7 Kasım 2010 Pazar

Apeks Noktası- 'evo' dergisi Ekim 2010

Bir adam herşeyi değiştirebilir (mi?). Tarihte bunun örnekleri çok. Özellikle ülkeler tarihinde bir kişi bir çok şeyi değiştirebiliyor: Devrim, darbe... Adını ne koyarsanız koyun, sadece bir kişi bazen herşeyi kökünden değiştirebiliyor. Aynı şey tasarım dünyası için de geçerli, mimarlık tarihine baktığımızda öne çıkan isimler ve bu isimlerin ön ayak olduğu akımlar ve bu akımlar doğrultusunda değişen, modernleşen, ileriye doğru giden mimarlık dünyasını görüyoruz. Tabii modern olan her zaman iyi olan demek değildir, bunu da unutmamak gerek.

Benzer bir şey kısa bir süre önce otomobil dünyasında bir markanın altında gerçekleşti: BMW. 1992’den beri BMW bünyesinde çalışan Christopher Edward Bangle, Adrian van Hooydonk ile birlikte yepyeni bir tasarım dili olan (her ne kadar kendileri bunu söylemese de) ve otomobil tasarımında dekonstrüktivizm olarak adlandırılan ‘Flame Surfacing’i geliştirdiler. İlk olarak 1999 yılındaki 7 serisinde görünen bu tasarım anlayışı bir çok eleştiriye maruz kaldı.

Kaldı çünkü zorlayıcıydı. BMW gibi bir markanın tarihinde daha önce kalkışmadığı kadar radikal, tuhaf, akıllarda soru işareti oluşturan bir yapıdaydı bu tasarım anlayışı. Akıcı değildi (akıcılık tasarımda önemli bir kriterdir çünkü kullanıcıların gözü otomobile bakarken hiçbir yere takılmaz), tuhaf yüzeylere sahipti ve alıcıları ‘ya sev ya da nefret et’ şeklinde bir ayırıma götürüyordu. BMW’nin sosyolojik olarak böyle bir rol üstlenmesi gerekli değildi; kullanıcılarına karşı, onların düşündüklerini hiçe sayan, kendi bildiğini okuyan bir yapıya bürünmüştü Alman marka. Halbuki kimse BMW’den nefret etmek istemiyordu.

Bu süre zarfında benim gibi bir çok otomobil sever markadan soğumuş, BMW’nin hiçbir modelini çok etkileyici bulmadığını söylüyor ‘Flame Surfacing’i pek anlamadıklarını dile getiriyordu. Hatta bir ara ‘Anti Bangle’cılar’ gibi bir topluluk bile oluşmaya başlamıştı. Ama ilginç bir şekilde BMW, lüks otomobil satışlarında Mercedes’i geride bırakmıştı. Yani ‘Flame surfacing’in hitap ettiği birileri vardı demek ki.

Bangle’ın eleştiriler karşısında verdiği agresif cevaplar ve iddialı demeçler artık BMW’lerin bu şekilde görüneceğini gözler önüne sererken, BMW tasarım başkanı ne kadar sıradışı bir işe kalkıştıklarının fazlasıyla farkındaydı. Doğal olarak haklı olduğunu, bu tasarım diline sadık kalacağını vurgulayıp duruyordu.

Üstelik bu sadece 7 Serisi’yle de sınırlı değildi: BMW’nin kompakt sınıfa girişini temsil eden ama bir o kadar da tuhaf görünen 1 Serisi, piyasaya ilk çıktığı anda arka farları sıradan bir Nissan Primera’ya benzediği ve ön farları da gereğinden fazla patlak olan E90 3 Serisi, ne zaman ön tarafına baksam bir büyük baş hayvanın burununa benzediğini düşündüğüm E60 5 Serisi (bu otomobilin arka lastiklerinin ardında kalan bölüm de gözüme çok orantısız gelmiştir), yıllar sonra çamurluğunun önündeki yüzeyde yer alan Z harfi tasarımının farkına varıp ilk defa gülümsememe neden olan Z4, adı 6 Serisi olsa da geçmişteki modellerin karizmasından oldukça uzak olan coupe ve tabii X5, X3 ve X1 serileri. Bu X serilerinden en saygı duyduğum model X5 çünkü yoktan birşeyleri var etti. Bangle’ın tuhaf çizgileri SUV formatında kişisel fikrime göre bir felakete dönüşmüş olsa da ticari anlamda oldukça başarılıydı X5. Ardından bunun devşirmeleri X3 ve yıllar sonra ne olduğunu BMW’nin kendisinin bile anlamadığı X1 geldi.

Ardından 3 şubat 2009’da Bangle’ın BMW’den ayrıldığını duyduk ve yerine Adrian van Hooydonk getirildi. Açıkçası buna en çok sevinenlerden biri bendim, derin bir ‘ohhh’ çektim bu haberi duyunca. Sonunda o vakit gelmiş miydi acaba? BMW tekrar bizlere o alımlı, güzel otomobillerini sunacak mıydı? Bangle sonrası ilk 3 Serisi, E90’ın makyajlı haliydi ve otomobili ilk gördüğümde ‘Bangle’ın zorlama tasarım dili biraz uğraşmayla güzel bir hale gelebiyormuş demek ki’ diye düşündüm. Bu noktada Adrian van Hooydonk devreye girmiş ve modelleri birer birer ele almaya başlamıştı. Ardından yeni 7 Serisi, yeni 5, Serisi ve yeni Z4 gibi ‘eli yüzü düzgün’ otomobiller görmeye başladık.

Van Hooydonk’un tasarım felsefesi Bangle ile yarattıkları tuhaf yüzeyli anlayışa göre daha konservatif (yeni 5 Serisi’nin tasarımı fazlasıyla 7 Serisine benziyor) olsa da birşeyleri sorgulatmıyor kullanıcılarına. Belki de böylesi BMW için daha uygundur, belki de bu kadar radikal bir değişim gerekli değildi onlar için. Belki de Bangle’ın fikirleri ağır geldi BMW’ye. Her ne olduysa Van Hooydonk’un ellerinde kendine geldi Alman markası.

Evet, 5 Serisi GT ve az önce de bahsettiğim X1 gibi (buna X6’yı da eklemek istiyorum) ne olduğunu kendilerinin bile bildiklerinden pek emin olmadığım modeller piyasaya sunmadılar değil ama daha popüler (mainstream) modellerde başarıyı yakaladı BMW. Hooydonk’un yaptığı çok doğru; çok satan modelleri derleyip toparladı, yakışıklı ve düzgün hale getirirken, farklı fikirlerini zaten çok satmasını beklemediği modellerde denedi ve risk almamış oldu. En doğru hareketi de Bangle ile birlikte ortaya atmış oldukları ‘Flame Surfacing’e devam etmemesi oldu.
Bir adam herşeyi değiştirdi BMW’de. Markayı tekrar kendine getirdi, ne kadar başarılı bir estetik cerrahı olduğunu gösterdi bizlere. Adrian van Hooydonk’a tebriklerimi sunuyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder