Editörün seyir defteri

16- 12- 2010



Trafikteki haksızlıklar üzerine...

 
Sevgili günlük,

Bu aralar aklıma takılan bir şey var: Acaba bir insanın her zaman haksız olduğu bir yer var mıdır? Varsa neresidir? 


Evet belki mantıksız geliyor bu kulağa ama öyle olduğumuz bir yer var. Hem de her gün orada bulunuyoruz, ister istemez. Bazılarımız kendi otomobillerimizle, bazılarımız yaya olarak, bazıları otobüs, bazılarımızsa dolmuşla. Metrobüs kullananlar oraya pek girmiyorlar.


Evet trafiktan bahsediyorum. Her daim, ne yaparsak yapalım haksız olduğumuz şu kaotik durumdan yani. Bu ilginç bir şey çünkü kendini haksız gören kimseye rastlamıyorum burada: Sinyal veren de haklı, vermeyen de, telefonda konuşan da haklı, konuşmayan da. Hatta girilmeze girenler bile haklı olabiliyorlar.


Otomobilinizi tek başınıza kullanıyorsanız da haksızsınız, içinde 5 kişi bulunduğu için yavaş gittiğinizde de. Hatta polis çevirmeden önce telefonda konuşmak için kenara çektiğinizde bile haksız olabiliyorsunuz, ben oldum oradan biliyorum.


Trafik ilginç bir organizma. Organizma diyorum çünkü içinde insan denen o varlıkları barındırdığı ve dolaylı yoldan insanlardan (kullandığımız araçlardan) oluştuğu için aslında yaşayan bir organizma bu. Özellikle sabahları insanların uykusuz, aksi ve öfkeli olmalarından kaynaklanan bir sinir harbidir yaşanyor trafikte. Bu organizma her daim sinirli olduğu için de aslında ilginç, çünkü insanın ruh hali değişken olabiliyor ama bunda öyle bir şey yok. Giderek büyüyek, büyüdükçe hırçınlaşan, saldırganlaşan, yok eden kontrolsüz bir organizma...


Tahminen burada bulunan sürücülerin çoğu ‘allah kahretsin bu sabahta mı işe gidiyoruz’ düşüncesiyle, etrafında bu agresifliklerini atacak birilerini arıyor; buluyor da! Asıl ilginç olanı bu işte.


O dakikada önüne sinyal vermeden geçen otomobilin sürücüsü Galya’lılar Roma’lılar (bkz Asterik’in bilumum hikayeleri) için ne anlama geliyorsa o anlama geliyor arkadaki otomobil sürücüsü için. Elinde olsa sihirli iksiri içip darmadağın edecek ortalığı, ya da Palamutiks gibi bayat balık fırlatıp kavga çıkartacak!


Bu organizma ilginç de üstelik. Üzerinde biraz kafa yorduğunuzda aslında oluşan trafiğin yüzde 60- 70 kadarının alan kullanımını kötü olduğu için meydana geldiğini görüyorsunuz. Bu da nedir demeyin! Çok önemli bir konudur alan kullanımı, özellikle de tasarım yaparken. Mantık şu: Varolan alanı en etkili şekilde kullanmak. Peki trafikle ne ilgisi var? Şöyle ki trafiğin ana mantığı varolan alanların araç sayısına yetersizliğinden kaynaklanıyor.


Bunun nedeni sürücülerimizin o boş alanları değerlendirememeleri ya da kabiliyetsiz olmaları. Evet, bunu söylüyorum çünkü geçenlerde, tam olarak 29 Ekim’de büyük bir trafiğin içinde kaldım. Cumhuriyet Bayramı için olacak kutlamalar nedeniyle Bağdat Caddesi trafiğe kapatılmıştı ve feci trafik vardı her yerde. Ben de gideceğim yere Kadıköy’den gitme kararı aldım. Ziverbey’e geldiğimde kilit olan trafiğin aslında sağ şeritte bomboş olduğunu görünce yöneldim oraya doğru, bir de ne göreyim! Trafik taaaa Altıyol’a kadar bomboşmuş meğerse. Nedeniyse soldaki sürücülerin sağa geçememeleri ya da etraflarını izlemeleri. Bu bambaşka bir konu, özellikle önünzde bir kaza olmuşsa bayılıyorlar buna bakmaya sürücülerimiz. Hem de siz onlara korna çaldığınızda bu defa da siz haksız oluyorsunuz! Dedim ya her zaman haksız oluyorsunuz diye...


Aynı şey köprü trafiği için de geçerli, kötü alan kullanımı. Çok ciddiyim, dikkatli inceleyin önünüzdeki trafiği, göreceksiniz haklı olduğumu...


Neyse konuyu dağıtmayayım. Geçen gün başıma gelen bir olay bu haksızlık konusunu zirveye taşıdı. Olay şu: Camlarım kirlenmişti ve sileceklerini çalıştırmak için su fışlattım ön camıma. Yaptığım şey bu kadar masumcaydı ama işte bir şekilde aileme, sülaleme değindi bu konu arkadaki motosiklet kullanıcısı tarafından. Nedeni de fışlattığım suyun kask takmamış o motorcunun GÖZÜNE GİRMESİYDİ! Yok artık! İnanabiliyor musunuz!!!


Buna rağmen, yani kask takmamış ve otomobilimin yaklaşık 10 cm arkasından gidiyor olmasına rağmen yine ben haksızdım. Bu da değil de sabahın erken saatlerinde o küfürleri nereden buldu onu merak ettim ben. Aslında bayağı da yetenekliydi bu konuda, kendisini takdir etmedim değil. Türkçe’de uzun zamandır gün yüzü görmemiş kelimeler duydum kendisinden.


Dedim ya işte ne yapsanız haksızsınız, boşuna uğraşmayın. Bu organizma sadece kendini düşünüyor, bizi yiyip bitiriyor, bizle besleniyor, kendini haklı çıkarmaya çalışıyor.


Şimdi soruyorum size, böyle düşündüğüm için haksız mıyım?






Takıntılı bir otomobilcinin taksi yolculuğu

07- 11- 2010


Sevgili günlük,

Bugün ne kadar takıntılı biri olduğumu anladım. Bilmiyorum belki de sorun bende değildi, taksi şöföründe de olabilir, henüz karar veremedim...


Neden dersen şöyle açıklayayım; bugün yağmurlu bir gün. Debisi hayli yüksek su damlalarının. Otomobilim de yok, dolayısıyla gideceğim yere taksiyle gitmeyi tercih ediyorum. Yaklaşık 5 kilometrelik bir mesafe bu, en fazla 20- 25 dakikalık bir yolculuk anlamına geliyor İstanbul trafiğinde.


İlk gördüğüm taksiyi çeviriyorum. Toyota Corolla.
‘Selam, Fenerbahçe’ye lütfen.’
‘Tamam abi.’

Ön camımız tamamen su içinde, önümü görmekte zorlanıyorum. Peki neden silecekleri çalıştırmıyor ki? Heh çalıştırdı tamam. Peki neden o silecek kolu tekrar aşağı itildi ve silecekler durdu? Bu iç sesim, birazdan baya bi müdahale edecek bana.


‘Abi hava ne kötü di mi?’
‘Valla sorma baksana kış geldi ya bi günde.’ El yine silecek kolunda, indirip kaldırıyo. Bunu taksiciler hep yapar bilirsiniz, sağ el sürekli silecek koluyla oynar; aşağı- yukarı, aşağı- yukarı. Sanki otomobilde silecek fasılası yokmuş gibi. Sinir bozucu bi detaydır, yoksa bana mı öyle geliyo?


‘Abi sorma ya iş olmuyo ya araba bulamıyo insanlar, baksana tüm taksiler dolu.’
‘Haklısın, şanslıyım galiba’ Ne konuşayım ki? ‘Eee, işler nasıl?’
‘Bi günü bi gününü tutmuyo. Bi gün çok iyi, bi gün berbat. Sabahtan beri iyiyiz çok şükür.’ El yine iş başında; aşağı- yukarı, aşağı yukarı. Bak sinirim kalkmaya başladı ama.


‘Doğrudur, peki bişey sorcam Corolla nasıl? Sorunsuz olduğunu söylüyolar, doğru mu?’


‘Abi gayet sorunsuz bi araba, çevir git. Ancak işte bazen şanzıman sorunu olabiliyo, o da arabanıın 480.000 kilometrede olmasındandır.’ Aşağı- yukarı. Bak oynama şu kolla hakkaten sinirim kalkıyo! Bırak çalışsın kendi kendine!


‘Neee??? Eh olsun o kadar sen de naaptın! Kaç yakıyo peki kilometrede?’ Bu arada uluslararası jargonda kilometre başına kaç yakıyo gibi bir değer yok. Bu tamamen ticari araç sürücülerinin ortaya attığı bi değer, biraz bakkal hesabı da diyebiliriz kabaca.


‘Eee şöle söliym, 180- 200 kuruş.’ E, sen kaşından Berk, gel de işin içinden çık şimdi. Yani? Ayrıca sen böle her boş bulduğun yerde gaza basıp ayağını çekersen 300 kuruş da yakarsın onu da bilmiş ol! Ayrıca BAK OYNAMA ŞU SİLECEK KOLUYLA! Bırak çalışsın kendi kendine.


Yavaş yavaş sabrım taşıyo, valla tutamııcam kendimi sorcam sonunda niye oynuyosun kardeşim o kolla? Yani bırak, beynin niye orası için sürekli mesai yapıyo? Japon yapmış, tüm üreticiler yapmış. Fasıla diye bir seçenek var orda, yağmurun şiddetine göre kolun üzerindeki yuvarlak bölmeyi çeviriyosun ve sileceklerin çalışma aralığı değişiyor. Hayret bişiy. Sürekli akıl orda, ne zaman çalıştırsam, ne zaman ön cama su dolacak? Böle araba mı kullanılır?


‘Abi, abi?’
‘He, efendim, n’oldu?’
‘Diyorum ki sen ne iş yapıyosun?’
‘He, pardon dalmışım.’ Dalarım tabi, o sağ el vites yerine silacek koluyla oynarsa dalarım yukarıdaki düşüncelerin içine.


Uğraşamıyorum ne iş yaptığımı açıklamakla. ‘Dergiciyim, otomobil dergilerinde yazılar yazıyorum.’ BAK, ÇOK CİDDİYİM Bİ DAHA O KOLU KENDİ HALİNE BIRAKMAZSAN...


‘Hangi dergiler?’
Buyur burdan yak!
‘Abi çeksene kenara ben iniym.’
‘Abi daha gelmedik Fenere.’ Fenere gelmek. FENER! Bahçe’si nerde? Yok iniym ben en iyisi. Aşağı- yukarı, aşağı yukarı...
‘Olsun iniym ben, yürürüm biraz.’
‘Peki abi sen bilirsin.’
???


Neden? Şimdi ben mi takıntılıyım, yoksa taksici mi rahatsız? Sorarım sana günlük?