1 Temmuz 2010 Perşembe

Apeks Noktası 'evo' dergisi Haziran 2010

İstanbul’u seviyorum: Tarihini, İstanbul Boğazını, manzarasını, köprülerini, karmaşasını... Ama en çok sevdiğim özelliği ne biliyor musunuz? Trafiği! Hayır, hayır çok otomobil kullandığım için akıl sağlımı yitirmedim, bunun da bir nedeni var.


Geçen gün Asya’dan, Avrupa yakasına geçmeye çalışırken yaklaşık 2 saat trafikte kaybettim. O sıcakta, ortalama hızım 10 km/s’yken karşıya otomobille geçmeye çalışmak pek akıllıca değildi. Evet, ben de diğer sürücüler gibi çıldırmanın eşiğine gelmiştim ki, aslında bunun güzel bir şey olduğuna karar verdim. Çünkü bu kadar trafikte beklemek bana önümdeki otomobillerin arka tasarımlarını ayrıntılı bir şekilde inceleme şansı vermişti.


Mesela önümdeki yeni Toyota Yaris’i ele alalım. Arka tasarımı biraz demode göründü bana, bagaj açma düğmesinin kromdan yapılmış olması, turuncu renkli sinyalleri gibi detayları gözümü rahatsız etmeye başlamıştı. İlk piyasaya çıktığında sinyalleri beyaz renkli ve daha güzel görünüyordu ama makyaj operasyonundan sonra tasarım anlamında geri adım atılmış Yaris’te. Hemen başka bir otomobilin arkasına geçtim: Renault Grand Scenic. Hmmm, oldukça akıcı, temiz ve ilginç bir tasarımı var. Özellikle yukarı doğru kıvrılan farlar çok modern görünüyor. Benden tam puan aldığını söylemeliyim.


Bu arada yanımdaki homurtuya kulak verdim ve İstanbul trafiğinde görmeye pek alışık olmadığım bir otomobille karşılaştım: Aston Martin DB7 Vantage. Hayır tahmin ettiğiniz gibi pek de olumlu düşüncelerim yok kendisinin arka tasarımıyla ilgili. Evet egzotik olduğu doğru ama şu turuncu sinyal lambaları, bırakın Aston Martin’i başka hiç bir otomobile yakışmıyor. Ayrıca far grubunun ince uzun olan tasarımı da yaratıcı değil bana kalırsa. Ama tamponun her iki tarafında yer alan egzoz çıkışlarına diyecek yok. Sanırım her otomobilde bu özellik olmalı.


Ardından önüme kıran Ford Transit adeta göz zevkimin bozulmasına neden olurken, suçlunun Transit değil tüm ticari araçlar olduğunun farkına vardım. Bu tip araçlarda daha çok fonksiyon önemli olduğu için tasarım konusuna pek de önem verilmiyor sanırım. Ama onlarında arkasında durmak zorunda olan bizlere yazık değil mi? Yaşama sevincimi yitirdim bir anda...


Hemen buradan kaçış için başka bir otomobil ararkan Mini Cooper gördüm. Cooper’dan sonra Honda Civic, Ford Focus, Porsche 911 derken trafik açıldı ne yazık ki...


Neyse çok da önemli değil. Artık neyi isteyip neyi istemediğimi biliyorum. Bana kalırsa üreticiler otomobillerin önünden çok arka tasarımlarına önem vermeliler, çünkü trafikte olduğunuz her dakika boyunca önünüzdeki aracın arka tarafına bakmak durumunda kalıyorsunuz. Bu konuda özel çalışmalar yapılmalı ve turuncu renk sinyaller, krom düğmeler, dikey tasarımlar, gövde rengi olmayan tamponlar, tek çıkışlı egzozlar gibi detaylara yer verilmemeli. Bunları gördüğümde gerçekten içim sıkılıyor diyebilirim.


Daha çok gözlerin kolaylıkla, bir yere takılmadan akmasını sağlayan yatay tasarımlar (bkz yeni BMW 5 Serisi), kesinlikle beyaz renkli sinyaller, çift egzoz çıkışı, krom egzoz ucu (şart), mümkünse görünmeyen bagaj açma düğmesi (bu konuda Peugeot’yu tebrik ediyorum) gibi detaylar üzerinde durulmalı.


Hee, evet bir de Subaru Impreza ve Mitsubishi Evo gibi fetiş otomobiller var. Bagaj kapaklarının üzerinde kocaman spoylerler barındıran otomobiller. Evet bu gibi detaylar bana kalırsa fetiş sınıfına giriyor: Gördüğünüzde gözünüz takılıp kalıyor, o ana kadar aklınıza gelmeyen düşünceleri doğuruyor zihninizde, yapmak istemeyeceğiniz şeyleri çağrıştırıyor... Fetiş sınıfına karbonfiberden yapılmış herhangi bir parça (mesela difüzör), dört egzoz çıkışı, ortada konumlandırılmış egzozlar (Porsche 911 GT3 ya da Pagani Zonda’daki gibi), LED farlar (Audi R8, Lamborghini Gallardo), yuvarlak tasarımlı far grubu (Corvette, Ferrari) gerekli ya da gereksiz (bu çok önemli değil, yeter ki olsun) hava girişleri gibi detayları dahil edebilirim. Böyle bir otomobili gördüğünüzde trafik terbiyeniz bozuluyorsa, tamamdır siz de fetişistsiniz demektir. Bir de o egzozlarda güzel bir ses çıktı mı...


Amerikalılar bu fetişistlik durumunu özellikle 60’lı yılların muscle car’ların sıkça kullanmışlar ve bana kalırsa 1969 model Plymouth Road Runner Superbird’deki (Dodge Charger Daytona) o mantıksız, sınırları zorlayan, aerodinamik olduğu söylenen bilmem kaç metre yüksekliğindeki kanatla fetişizmin doruklarına ulaşmışlar.


Her neyse, otomobil üreticilerini bu tip detaylara daha fazla yer vermeye davet ediyorum. Ne de olsa bizler, normal otomobil kullanıcıları trafikte fetiş detaylar içeren otomobillerin zaten sadece arkalarını görebiliyoruz. Bu yüzden otomobillerin en önemli yerleri arka tarafları.


Düşünsenize Ferrari fabrikasında şöyle bir departman olduğunu: Designo di parte posteriore, yani arka tasarım departmanı. Bütün işleri sadece fetiş arka taraflar tasarlamak olan bir takım tasarımcı grubu, güzel olmaz mıydı?


İşte bu yüzden seviyorum İstanbul trafiğini, bana daha önce görmediğim detaylar gösteriyor, farklı düşünceler getiriyor aklıma. Bana kalırsa siz de trafikte mümkün mertebe ticari araçların arkasında olmaktan uzak durun, gerçekten söylüyorum gününüzün iyi geçmesi için mutlaka şart bu. Bir spor otomobil ya da ilginç bir tasarım gördüğünüzde şeritinizi değiştirip arkasına yaklaşın ve incelemeye başlayın. Tüm trafiğin stresinden uzaklaştığınızı göreceksiniz.


Oh! Bilgisayarımda duvar kağıdı olarak Ferrari 599 GTO’nun arka tarafı duruyor, farketmemiştim. Bu tesadüf olabilir mi? Sanırım bilinçaltıma bazı şeyler kazınmış...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder