2 Haziran 2010 Çarşamba

Apeks Noktası- 'evo' dergisi Mayıs 2010

Her yıl Mayıs ayı yaklaşırken aynı hisler kaplıyor içimi: Hüzün, hayal kırıklığı, üzüntü, pişmanlık ve kızgınlık. Hayır, birilerine değil kendime kızıyorum. Neden mi? Nedeni çok açık, birazdan anlayacaksınız.

1 Mayıs tarihi sizin içine neler ifade ediyor bilemem ama benim için birçok anlamı var. 1994 yılının, 1 Mayıs Pazar günü olanlar, orada yaşananlar, o gün Formula 1’de sona eren efsane... Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacaktı.

O Williams’ın direksiyonuna son kez oturan kişi en çok sevdiği şeyi yaparak hayatını kaybetmiş olsa da böyle olmamalıydı; yıllardır yarışmak için hayal kurduğu takımın, kendisine ilk Formula 1 otomobilinin tadını tattıran takım, aynı zamanda son otomobiline imza atmamalıydı...

Yarış severler olarak ondan öğreneceğimiz çok şey vardı. Keşke diyorum daha önce Formula 1’i takip etmeye (1995’te başladım) başlasaydım da bir kez olsun onu canlı görebilseydim. İşte bu yüzden kızgınım kendime ve O’na da. Bana bu zevki, bu insan üstü yeteneği, bu tutkuyu görmem için bir şans vermediği için... Belki de verdi ama ben fark etmedim, bilemiyorum...

Ayrton Senna da Silva’dan bahsediyorum sizlere, Formula 1’in belki de en çok sevilen, en çok saygı duyulan, adından en çok bahsedilen pilotundan. Eğer yaşasaydı 21 Mart 2010 tarihinde 50yaşında olacaktı, ama bizler onun 50. yaşgününü kutlayacağımıza ölümünün 16. yılını hatırlıyoruz. İşte her Mayıs ayına bu yüzden buruk ve hüzünlü bir başlangıç yapıyorum.


İstatistiklerinden bahsederek sizleri rakamlara boğmak istemiyorum. Sadece hakkında okuduğum, araştırdığım, yarışlarını defalarca izlediğim kadarıyla ilginç anektodlarını aktarmak istiyorum:

İngiltere’ye ilk geldiği yıl Formula Ford 1600, ardından Formula Ford 2000 şampiyonu olur, hemen ardından 1983’te Formula 3 şampiyonluğunu elde eder ve ertesi yıl Toleman ile F1 kariyerine başlar. Sadece 3 yıl tek koltuklu otomobil kullanarak Formula 1’e gelmek... Burada insan üstü birşeyler olmalı.

Gerçekten de öyle: Senna’nın diğer pilotlardan farklı olan en büyük özelliği otomobilde neler olup bittiğinin fazlasıyla farkında olmasıdır. 1982’de Formula Ford’da yarışırken mühendisine neler söylediğine bir bakın: ‘Lastiklere basıncısı sadece 2 lb arttırın’ der ve en hızlı turu atar yarışta. Bu kadar farkında otomobilde olup bitenlerin...

Sene yine 1982, Hollanda’nın Zolder pistinde gridde Nelson Piquet’yi görüp kendini tanıtır ama Piquet kendisini küçümser. Ardından yanındaki arkadaşına dönüp şöyle der: “Bir gün bu hergeleyi yeneceğim.” Bunu söylediği kişi Formula 1’in dünya şampiyonudur. Bu olay kendisine ne kadar güvendiğini, kendisi hakkındaki sıradışı özelliklerin ne kadar farkında olduğunu küçük bir göstergesidir. Belki de bu yüzden hayranız ona, bu kadar farklı ama bir o kadar da alçakgönüllü olduğu için.

Bir başka alıntı: Eddie Jordan 1982 yılında Silverstone pistinde F3 otomobilini test etmek için Senna’yı çağırır. Senna birkaç tur attıktan sonra pite gelir, otomobilin ayarlarını kendisi yapar ve piste çıkıp o gün 53 sn’li derecelere inen tek isim olur. Bu ana kadar F3 otomobili kullanmamış biri için olağanüstü bir olaydır bu.


1982’de FF2000 şampiyonasında bir yarışı ön frenleri olmadan kazanmasından, ilk F1 testinde Frank Williams’ın ağzının açık kalmasını sağlamasına kadar içine oturduğu her otomobilde yeteneğinin doruklarına çıkar.

Sonunda Toleman ile F1 kariyerine başlar, zayıf otomobiliyle üç kez podyuma çıkar ve bir sonraki sezon Lotus takımına geçer. İngiliz takımıyla henüz ikinci yarışında kariyerinin ilk galibiyetini elde eder ve 1993’te McLaren’la Avustralya’daki son galibiyetine kadar 41 kez bu başarıyı tekrarlar.

McLaren’daki son yarışında takım menejeri Jo Ramirez, yarışa çıkmadan önce kendisine şöyle der: “Bu McLaren’daki son yarışın. Bunu kazanırsan seni sonsuza dek seveceğim...” O galibiyet sayesinde McLaren, 1 yarışla Ferrari’ye geçerek F1’de en çok yarış kazanan takımı unvanını kazanır.

Bu, aynı zamanda kariyerinin son galibiyetiydi. Bizlerin onu sonsuza dek sevmesi için o yarışı kazanmasına gerek yoktu, 1993’te Donington Park’taki Avrupa GP’sinin açılış turu, herhangi bir yarış severin Senna fanatiği olması için yeterliydi. Bu tur, Formula 1 tarihinde atılmış en iyi turlardan biri olarak tanımlanır ve birçok otoriteye göre Brezilya’lı pilotun en etkileyici turudur. İlk turda Pross, Schumacher ve Hill’i geçip liderliği alması bir yana bu turdaki derecesi en yakın rakibinden tam 3.5 sn hızlıdır.

Onunla ilgili olan herşey sıradışıydı; İngiltere’ye gelmesi, kısa zamanda şampiyonaları domine etmesi, birçok defa ilk kez kullandığı otomobillerde en hızlı isim olması, ‘Profesör’ lakaplı Prost’u adeta asistan gibi göstermesi, yıllar önce yeneceğim dediği Piquet’yi alt etmesi, Ferrari’de hiçbir zaman yarışmaması, çocuklara olan düşkünlüğü, zaman zaman hırsına yenik düşmesi, ıslak zemindeki olağanüstü performansı, sıralamalardaki başarısı ve hayatını kaybedişi...

Bu sayfalarda yer alışı da hayatı gibi sıradışı oldu. Hem doğumgününü kutlarken, hem de ölüm yıldönümünde bir kez daha andık kendisini.

Senden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı Ayrton, hiçbir şey senin sürüşlerin gibi tat vermedi, keşke; keşke biraz daha yarışabilseydin, keşke Imola’dan sonra otomobilindeki o Avusturya bayrağını açabilseydin de Ratzenberger’i saygıyla ansaydın, keşke bir kez olsun yarışını izleyebilseydim, keşke bir kez olsun seni canlı görebilseydim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder