7 Ocak 2011 Cuma

17, 19- 12- 2010 Hyundai

Kullanılan otomobil: Hyundai Genesis
Model: 3.8 V6 D-CVVT

Fotoğraflar: M. Murat Erçelebi


‘... peki fiyatı ne kadar?’
‘Eee, 202.000 TL.’
‘Neeee?!!’
‘Ama BMW 5 Serisi ve Mercedes E Sınıfı’na rakip…’

Yukarıdaki cümleler genelde Genesis’e binen herkesle yaşadığım diyalogun sonlanmasına neden oldu. Evet belki haklılardı, 202.000 TL herhangi bir otomobil için çok yüksek bir fiyat, özellikle de daha çok daha ‘standart’ otomobillerle tanıdığımız Hyundai gibi bir marka için.

Peki neden böyle ve Kore’li marka hangi modeli için bunu talep ediyor? Herşeyden önce buradaki otomobili bir Hyundai olarak görmemeliyiz, öyle ki otomobilin ön tarafında bile markanın logosu yok. Sadece bagajın üzerinde Hyundai logosu yer alıyor. Nedeninin anlamak zor değil. Bu Hyundai’in en üst modeli ve kendine rakip olarak BMW 5 Serisi, Mercedes E Sınıfı, Audi A6 gibi üst- orta sınıf otomobilleri görüyor. Yani imaj otomobillerini, premium markaları.

Hmmm, burada bir dakika duralım. Bu markalar ve modeller yıllardır bu sınıfta yer alıyor ve haklı ünlerinin yanısıra belli bir kullanıcı kitleleri de var. Hem de öyle bir kitle ki bu, onlara farklı bir marka aldırmak çok ama çok zor, dünyanın en önde gelen pazarı İngiltere’de bile Lexus onlara karşı zorlanıyor, satışlarını kırmakta güçlük çekiyor. Peki Hyundai nasıl oluyor da bu sınıfta yer alacak kadar cesur ve kendine güveniyor?

Herşeyden önce bu kararları için onları tebrik etmek gerek. Evet, kolay değil Alman panzerlerine karşı gelmeye çalışmak. Bunun için kendinize çok güveniyor olmasınız, ürününüzün çok iddialı olması gerek. Peki öyle mi?


Evet öyle, bazı kusurları olan ama beklentilerin çok üzerinde olan bir ürün hem de. Evet belki otomobilin önden Mercedes S Sınıfı, arkadansa BMW 5 Serisi’ne benzediğini söyleyebilirsiniz, bunu sadece ben değil otomobili gören bir çok kişi düşünüyor. Daha kendine özgü, güvenen, en azından ön tarafta marka logosunu taşıyan, daha karakteristik bir görüntüsü olamaz mıydı? Evet olabilirdi ama buna risk almak deniyor tasarım dünyasında. Risk ise böyle tutucu bir pazara girerken isteyeceğiniz son şeydir. Dolayısıyla evet, anlıyorum neden diğerlerine benzediğini ama bunu onaylamıyorum. Keşke Genesis’i bu pazara sokacak kadar cesur davranılsaydı tasarım konusunda da...


Kabin içi
Devam edelim. Kapıyı açtığınızda gözünüze çarpan ilk şey eşikte yazılı olan Genesis yazısı oluyor, üstelik geceleri aydınlatılıyor bu yazı. Güzel. Kabin çok ama çok kaliteli görünüyor ve öyle de. Gerek bordo renkli deri koltuklar, gerek ahşap- deri kaplı direksiyon, gerekse ortadaki ekran bu kalite hissini artırıyor. İşçilik kalitesi beklenenin çok üzerinde, malzemelerin birleşme noktaları olabildiğince birbirine yaklaştırılmış, renkler üzerine belli ki çok düşünülmüş, gerekli yerlerde kullanılan plastikler de sallanıp, ses çıkartmıyorlar.

Göstergelerin gece aydınlatması olan mavi ışıklarını Hyundai’ın diğer modellerinden de tanıyoruz ve bu biraz olsun etkileyiciliği yitirmesine enden oluyor. Daha kendine özgü, Genesis kalitesinde birşeyler bekliyor insan. Aynı şey ahşap kaplama için de geçerli, daha kaliteli olabilirmiş. Orta konsol da her ne kadar kaliteli görünse de geleneksel Hyundai kimliğini geride bırakamamış. Biraz daha geniş düşünmek gerekli, biraz daha özgün yaklaşmak gerekli sanırım. Yanlış anlaşılmasın gerçekten güzel bir kabini var Genesis’in, sadece rakipleri gibi ‘bu bir Mercedes, bu bir BMW’ diyemiyorsunuz ilk bakışta. Bu, bu, bu... eeee... deyip kalıyorsunuz. Evet bunu belki Genesis’ten bu aşamada beklemek yanlış, yıllar geçtikçe, modeller yenilendikçe bu kusurlar mutlaka düzelecektir ama yine de böyle düşünceler oluşturuyor aklınızda.



BMW’nin I-drive’ına benzeyen ve konsolda yer alan sistemin kumandaları yine rakip olarak aldığı otomobilleri anımsatıyor. Ancak onlardan farklı olarak kullanımı çok kolay ve yerleşimi ergonomik. Menüler arasında gezinmek çok kolay, kafa karışıklığı yaratmıyor ve otomobilin içinde biraz vakit geçirince sezgisel olarak kullanabiliyorsunuz.

Dünyada sadece Rolls Royce Phantom ve Hyundai Genesis’te kullanılan Lexicon ses (17 hoparlör, 7.1 surround sistemi, 500 watt çıkış gücü ve 6’lı DVD değiştirici) sistemi olağanüstü. Denecek fazla birşey yok, alın, dinleyin şaşırın diyorum sadece.

Ön taraftaki hacim çok geniş ve ferah, arkadaysa işler daha da iyi. Genesis adeta bir 7 Serisi kadar geniş, hatta Hyundai’ın açıklamaları 7’den geniş olduğu şeklinde. Kısa bir süre önce 7 Serisi kullandım ama ikisini yanyana getirip bakmak gerekiyor buna tam sağlıklı bir cevap verebilmek için. Diz mesafesi o kadar geniş ki konuşurken ön taraftakilere sesinizi duyurmak için bağırmak zorunda kalıyorsunuz, hatta bazen iklim farklılığı bile yaşanıyor otomobil içinde!

Kapı tutacaklarının içindeki mavi aydınlatmalar çok hoş detaylar, arka camdaki perde de aynı şekilde.


Peki sürüşten ne haber?
Tahmin ediyorum ki Genesis’in sadece kabin konusunda iddialı olduğunu düşünüyorsunuz değil mi? Hayır yanıldınız, hem de çok. Çünkü Genesis’in sürüşü gerçekten çok ama çok keyifli.

Herşeyden önce sürüş pozisyonu ayarı sonsuz. Koltuğu o kadar çok şekilde ayarlayabiliyorsunuz ki uygun pozisyonu bulmamak çok zor. Direksiyon biraz hafif ve yüksek hızlarda ilk bir kaç derecelik dönüşü biraz tepkisiz ve yavaş. Sağa- sola küçük çevirişlerde otomobilin tepki vermediğini görüyorsunuz ama bu turun açısı büyüyünce geçiyor. Ne var ki düşük hızlarda bu his yok.


Performanslı kullanımda ve dar açılı virajlarda Genesis’in ne kadar iyi bir yol tutuşu olduğunu görüyorsunuz. Hiçbir şekilde kaymıyor ne önden ne de arkadan. Sadece limitlere yaklaştığınızda arka tarafın huysuzlandığını görüyorsunuz, bu gibi durumlarda limit aşımını yaşayıp arkadan kaydırmanızı öneririz Genesis’i çünkü çok kontrollü bir şekilde yanlayarak yol alabiliyorsunuz. Bu çok keyifli ve eğlenceli, çünkü kendinizi kahraman gibi hissetmenizi sağlıyor.

Tabii ESP’yi kapatmanız gerek bunun için. Önden kayma çok söz konusu değil, sadece ıslak zeminde sert hareketlerde Kumho lastikleri tutunmak istemiyor ve bırakıyor zeminle temasını. Ama kuru zeminde neyse ki böyle bir durum yok, ön tarafın tutunacağını bildiğiniz için önle uğraşmayı bırakıp arkadan kaymanın keyfini çıkartıyorsunuz. Bu da hem keyif hem güven veriyor.

Ayrıca değişken Sport ve Normal (Amplitude Selective Dampers, ASD) olacak şekilde değişen amortisör ayarlarıyla farklı amaçlara da hizmet ediyor. Normal oldukça konforlu bir sürüş vaad ediyor. O kadar etkileyici ve konforlu ki testin yüzde 80’ini bu modda yapmayı tercih ettim. Bu modda darbeler çok iyi bir şekilde emiliyor, gövde konforlu bir sedandan bekleyeceğiniz şekilde yeterli salınıyor. Sport’a aldığınızdaysa amortisörler çok sert bir hale geliyorlar ve sürüş karakteri bir hot hatch’i andırmaya başlıyor. Zemin pürüzleri, tümsek geçişlerinde zıplamalar, asfalt bağlantı detayları olduğu gibi kabine giriyor. Hyundai’in iki mod arasında bu kadar bariz bir fark yakalamış olması ilginç. Peki gerekli mi? Böyle bir sedanda bu kadar sert bir sürüşü kim tercih eder acaba? Şahsen ben etmedim çünkü günlük hayatta kullandığım Fiesta ST zaten çok sert, dolayısıyla yastık- vari normal mod daha çok hoşuma gitti.


Süspansiyon sisteminde önde beş noktadan bağlantılı, arkada da aynı şekilde beş noktadan bağlantılı bağımsız sistemin kullanılmış olması sürüşün bu kadar başarılı olmasındaki en büyük etken. Bir de süspansiyon yükseklik ayarı var ki ben buna hiçbir otomobilde anlama verememiştim, Genesis’te de veremedim. Otomobili alçaltıp, yükseltebiliyorsunuz. Eee, peki bunun bize getirisi nedir?

Kabine olabildiğince az ses sızıyor olması da bir diğer önemli özelliği Genesis’in. Bu özelliğiyle konforlu karakterini bir adım öteye taşıyor. Arka taraf da çok konforlu. Özellikle koltukların arasındaki geniş dirsek dayaması ve havalandırma ızgaraları konforu artırıyor. Ama arka tarafta için de DVD ekranı olmasını beklerdim. Böyle olsa daha çok makam otomobili havası yaratabilirdi, yine de arka tarafta motor sesi bile duyulmuyor olması, adeta akıyor gibi yol aldığınız izlenimini veriyor.

Genesis’in en çok sevdiğim özelliklerinden biri geri görüş kamerasının dışında ön görüş kamerasıydı. Ön taraftaki ızgaranın ortasına yerleştirilen iki adet kamera her iki tarafı da gösteriyor ve dar sokaklardan çıkarken, yan tarafınızı göremediğiniz alanlarda çok kullanışlı.


Eksikler yok mu?
Olmaz mı, her otomobilde olduğu gibi Genesis’te de var. Mesela camınızı açık bıraktığınızda otomobilden inip camı kapatmak mümkün değil, ki 1997 model bir Opel Omega'da bile bu özellik mevcut. Arka taraf için DVD ekranı yok ve vites değiştirmek için gerekli olan paddleshift gibi teknolojik özellikler yer almıyor. Bunların hepsi belki detay gibi gelecek kulağa ama bir eksik var ki Genesis’te, bence yazının en başındaki durumun da nedeni bu: Dizel motor seçeneği olmaması.

İşte en büyük eksiği. Ülkemize sadce 3.8 lt, V6, 290 bg gücünde motorla geliyor, ki yer aldığı sınıftaki rakiplerinin en büyük kozları geniş motor seçenekleri. Tüm üreticilerin ‘downsizing’ uygulamasına gittiği şu dönemlerde bu kadar geniş bir blok kullanmayı çok kişi istemeyecektir. Şahsen 3.8 lt yerine çok güçlü bir 2.0 lt turboyu tercih ederim, ki 290 bg de turbo ile kolaylıkla elde edilebilecek bir güç. Tabii büyük bir sedan ve büyük bir motor konsepti var bunu biliyorum. Peki 3.0 lt’lik V6 dizele ne dersiniz? Üstelik Hyundai’in elinde böyle bir ünite var, iX55 modelinde yer alıyor. Evet belki yeterince rafine değil ama bu da üreticinin işi zaten.




Genesis bana kalırsa çok ama çok başarılı bir ilk Hyundai için. Güçlü olduğu noktaları var (sürüş ve kabin hacmi gibi) ama bazı özellikleri ve eksiklerini göz ardı edemeyiz.

Orijinal değil ama başarılı, daha çok Lexus’u andıran bir deneme diyebiliriz Genesis için. Büyük bir dizelle istenen satışlara ulaşabilir, daha özgün bir tasarımla sınıfında kendine haklı bir yer edinebilir. Şimdilik çok az kişi 202.000 TL’lik fiyatıyla onu alacaktır. Yine de bu şekilde bile Mercedes E 350’nin 110.000 Euro’luk fiyatından daha ucuz olduğunu belirtelim.

Geriye şu soru kalıyor: E Sınıfı mı, Genesis mi? İşte burada yeniden başa dönüyoruz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder